Bir sonbahar manzarası. Şehrin ortasında kendine yetmeye çalışan kocaman bir parkın kendini aşıp içindekileri dışa vurması, taşması. Harikulade manzara, bir yanımız yaprak dökümü, diğer yanımız yazdan kalma bir gün. Ama aslında mevsimi gelmiş; yapraklar usulca yere düşüyor, toprağı incitmek istemiyor. Güneş, kuru ağaçların serin dalları arasından sızıyor, hayata can vermeye yetmiyor gücü. Çimenler ıslak, yapraklar nemli, sararmış bir kalbin yüz hatları görünüyor gölgelerde.
Hayatın son düzlüğünde yokuşu tırmanıyor birkaç ihtiyar. Solmuş yapraklar gibi saçları kızıl ve yorgun. Sadece kuşlar bozuyor dünyanın büyüsünü, uçarak çelişki yaratıyorlar kırışmış alınlarda. Bir kedi dolanıyor sonra hayatın ayaklarıarasında, bağ kurmuyor, sonsuzluğa bir düğüm bağlıyor adeta. Umduğunu bulamıyor çekip gidiyor, kim bulmuş ki zaten umduğunu, insanlar deniz olmadan umman olmak istiyor.
Ağaç altlarında güvercinler pahalı ıslak ekmeğe üşüşmüşler, onlar da yenik düşmüş yoksulluğa. Gagalarında ekmek kırıntısı, kulaklarında insan gürültüsü, bir gün daha fazla yaşamalıyım kaygısıyla sağa sola bakıyorlar. Şehrin izbe sokakları, günün erken saatleri gibi ürkek. Güvercinlerin kendini güvensiz hissettiği evlerin çatılarının altındaysa kimse severek ve güvenle büyümüyor. Hor kullanıyor hayat herkesi. İnsanlar göbek yağı bağlasa da ruhsal olarak çok zayıf. Fit denemeyecek kadar mekanik bir estetik peşindeler. Bakışları keskin, bilinçaltları fazlasıyla karanlık. Hırslarından kıl aldırmıyor burunları, fazlasıyla havailer.
Yine de umutsuzluğa yer yok, zaman sakin, işinin ehli, sonbaharı telaşlı kuru bir dala çevirmesinden belli. Bir sonbahar klasiği her yerde, yine Beethoven deva her derde. Ah, ahlar ağacı bile yapraklarını döküyor. Bir yanda Didem Madak, diğer yanda Moon Light Sonata. Chopin’in kalbinden Spring Waltz akıyor; kulakları kızarmış, kulaklıkları ısıtmış. Başka bir ses daha dolduruyor iki büklüm kalmış gölgelerin gövdesini, orada da acı acı Komitas çalıyor.
Bir yanda bir ölüyü gezdirmeye çıkarmış hayat, diğer yanda bir dünya sürgününü anlatıyor sonbahar. Yaşam ölümün koluna girmiş, pek yakışıyorlar birbirine. Baş göz edelim desek, başımız ağrıyacak, gözümüz sulanacak. En iyisi mi karışmayalım hiçbir mevsime. Ne hâlleri varsa görsün ağaçlar. Yoksa gönlümüzce çile çekeceğimiz bir sonbahar bile kalmayacak.
Zaten yaz çok uçarıydı, sonbahara kala kala hüzün kaldı. Havada süzülen kuşlar olmasa kuruyan bahçelerin uğultusu duyulmasa bir nesne gibi duracak ortada her şey zaten. Bir bando eşliğinde yaşamdan çekilecek bütün özneler. Unutuyoruz belki, karşıtlıklar üzerinden kuruluyor yaşam, incelikler kaybolunca kabalık kalıyor geriye. İnsanlar birbirini farklı kutuplarda çekiyor. Biri diğerini karanlıkta, diğeribaşkasını aydınlıkta arıyor.
Geride ve darda kalanı ancak ekinokslar anlıyor. Ancak yaşanmamış yıllar bağlıyor üzülenleri birbirine. Gerisi hayatın kekremsi tadı, gerisi hayatın anımsanmayan mutsuz heceleri, belki dile gelmeyen tılsımlı adı. Sonbahar kararlı, belli ki bir kışa varmak istiyor. Son veda mendilini son kez onun göğsünde sallamak istiyor. Sonbahara giriş tamam, sabahın umutlu vakti, akşamın hüzünlü saatine varmak için çırpınıyor. Bir serzeniştir gidiyor doğada, bir yanda toprak içten içe sızlıyor diğer yanda serin havalar uzaktan uzağa ayrılığın şarkısını çalıyor. İnsanlar hemfikir, nihayet takvimden eşit derecede herkesten bir mevsim daha eksiliyor.
YORUMLAR