Kim demiş hayat iki çarpı iki dört eder? Kim demiş mevsimler ardı sıra gelir? Kim demiş her şey tıkırında gider; giriş, gelişme ve sonuçla nihayete erer? Hiç de öyle değil. Evet bilim çok eril, birtakım veriler olmazsa öfkeli ve kuru kalpli bir uğraş biçimi. Dipnotların, tanıkların, gözlemlerin ve deneylerin arasında bir öteki arayıp durur. Elinde kontrol listesiyle kendince doğruyu bulana kadar birçok yanılgıyı hayatın masasında doğrar. Varsa yoksa güneş doğudan doğar, su yüz derecede kaynar. Tamam bu hayatın sadece bir doğrusu ama başka doğruları da yok mu?
İki çarpı iki dört etse de ortaya çıkan sonuç ne ikilerin hâlinden haberdar ne de onların yaşadığı ikilemden. Mevsimler bir köy okulunun soğuktan titreyen sınıfının arka duvarına iliştirilmiş bir tabloya sistematik olarak sıkıştırılsa da çoğu zaman iç içe, bilinmez ve çetrefillidir. Çünkü yazımız beklenmedik bir anda kışa dönebilir. Yazgımız da bir feleğin sillesine bakar. Edebiyat öğretmeninin derslerde öğrettiği kompozisyon tekniği istediği gibi sonuç vermeyebilir. Sert ahşap sıralarda bir dünya sancıdan kıvranan çocuk gelişme bölümünde dağılabilir. Hangi bilim, hangi okul ve hangi öğretmen onun kalbinden tutabilir ve nar gibi dağıldığı yerden tanelerini özenle toplayabilir. Bir bakışın bile masum bir kalbi, okla saplanmış gibi yaraladığı bir dünyada kim bilir daha ne kırılmışlıklar ve incinmişlikler var. Abaküs sen de sayıp durma, bir zahmet sen de küs hayata.
Ömrümüz cetvellerle, gönyelerle ve kalemlerle bir iş toplantısında tasarlanmış değil. Hayatın alelade eskizi değiliz aksine en eski ve anlamlı berrak sayfasıyız. Göbek bağımızı kesenlerle hiçbir bağımız kalmadı. O dingin suların rahminin yerli sakini değiliz artık. Yusyuvarlak bir dünyanın her an yüz üstü düşebileniyiz. Bakmayın siz sabah, öğle, ikindi, akşam ve gece demişler, haftayı bilinmez vakitlere ayırmışlar. Beş vakti geceye dönen, gecekondularda şehrin içine dahil olamayan ve kendini dışındaki hiçbir kalabalığın içinde hissetmeyenlerin ahvali ne olacak?
Elbette öteki kalanların, yabancı kontenjanına girenlerin uzun uzadıya ah vah edip dizlerini dövecek hâlleri yok. Ama insanlığın da ansızın gelişen türlü hâllerinin olduğu unutuluyor. Hayatın görünen ve görünmeyen kast sistemleri var. Gereksiz bir bilgi olarak iki gözümüze sokulan Hint dünyasının bir türlü anlam veremediğimiz kastlarını anlayabiliyoruz da kendi ruhumuzda, yanımızda, yöremizde, töremizde, örfümüzde keskin sınırlar içinde yaşadığımız kastları bir türlü anlayamıyoruz. Şu işini yapmaktan patlamayan davulun sesi uzaktan hep hoş geliyor. Bir degözümüzün önündeki hep uzağımızdır. Bir çatışma, çarpışma ve kavga olmasa düşlerimizde, kabusla fırlamasak yatağımızdan sabaha sadece yüzünü yıkamak için varan sıradan bir dünya insanı olacağız. Ali okula gidecek, fişi çekilecek ve noter huzurunda ölecek.
Oysa rutinlerin tanrısına hizmet etmeyi bir kenara bırakabilsek ya da bir kış bahçesinde sararmış yaprakların arasında yürümeyi başarabilsek belki bir sorgucun son sorularına muhatap olduğumuzu anımsayacağız. Ya da elimize küçük bir mercek alıp yanı başımızdaki hayata tutsak olduğumuzu anlayacağız, üzerimize yapışan birçok bağımlı davranış kalıbını, ön kabulleri, ağır yükleri, hijyenik mikroplarıgörebileceğiz. Yazık, yüreğimize o kadar çok kalabalık sıkıştırıyoruz ki bize orada yer kalmıyor.
İçimiz yol geçen hanına dönmüş ve biz hâlâ yoldan geçen herkesi içeri buyur etme telaşındayız. Sadeleşmek yani yoğunlukla kesişmemek ve kütlelerle birleşmemek varken niçin hayatın dik bayırlarında kendimize en yokuşlu yeri seçiyoruz? Onca kasttan şikayet ederken kendimize kastımız neden? Hâkim bir tepeye ev kurarak neyin hâkimi olmaya çalışıyoruz? Bize kim bu rolü biçiyor? Yetmiyor kaygılardan kuşlar besliyoruz can kafesimizde adını ertesi gün koyuyoruz. Başkasının korkularına, yüklerine ve anlamsız uğraşlarınakefen biçmek varken keyfimizce ellerimiz titreyerek yeni moda kaygılar dikiyoruz. Çok süslüyüz çok, keşke biraz da ince ve suskun kalabilsek.
Anlaşılmıyor, kim bu bize kahraman rollerini biçenler? Evet, kahramanın sonsuz yolculuğu bitmez, ama bizi kendi hayatımızın kahramanı yapmayan, kendi hayatının kahrını çekmeye zorlayan cellatlara bir balta göstermeyecek miyiz? Hayatın tutarsızlıkları ve belirsizlikleri çok. En çok da kime güzel bir yol gösteriyorsak, en önce o gelip bizi incitiyor. Kime özgürlüğün güzelliğinden bahsedersek en önce o önce gelip bizi boğmaya yelteniyor. Ah, şu çelişki çelişki büyüyen hayat sen var ya, nerede gül diksen bedel olarak dikeni önce sana kalıyor. Ne diyelim, her türlü mümkün var, nasıl olsa, bu da olsun. Sağlık olsun, güzellik olsun, aşk olsun.
Necati Sümer
YORUMLAR