Aynalarda yüzün geçiyor, bir hüzün gelip kalbinin ortasında en zor yeri seçiyor. Ardından bulutlar geçiyor, saatler geçiyor, olur olmaz adın geçiyor. Bir kasım gelip çatıyor. Sararmış yapraklarıyla gelip hesap soruyor. Ama sen yazdan arta kalan yüzünle hasret taşıyan kamyonların anısındasın. Sonsuzçocukluğunun bahçesinde uyuyup kalmışsın. Dünya yerinden kımıldamayacakmış gibi dalmışsın kendi içine. Sonra bir Cahit Külebi şiiri çiçek açıyor düşlerinde, özlemini çektiğin İstanbul gibi dağılıyorsun. Sular durur mu? Onlar da geçiyor.Her şey akıyor. Geriye bir unutuş, bir de perdeleri eskimiş loş bir odanın anısı kalıyor.
sonra âlem değişiverdi
ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak
mevsimler ne çabuk geçiverdi
unutmak, unutmak, unutmak.
Kendini kapılara vurup aynı dili konuşmak istiyorsun bilmediğin evlerle. Hepsinde sana benzeyen acılar, hayaller, kırgınlıklar, ertelenmiş notlar. Kendini Lilliputların ülkesinde Gulliver gibi hissediyorsun. Tamam abartmıyorsun ellerini ama; el aynaları, dev aynaları diyorsun. Neticede kahvaltıda peynir ekmek yiyen bir ağızsın, işe gidip yazgısını akrebin kıskacında yoran bir telaşsın.
Üstüne bir de resmî evraklar, zoraki tebessümler, danışıklıselamlar, çaylar, pastalar, durmadan kendini tekrarlayan saatler. Yetmiyor bir şarkıyı defalarca dinlemenin sırrı, uzak sulardan gelip hafta sonuna demirleyen gemilerin bitkin yolculuğu, yeni şehirlerin utangaç düşlere dönüşü, kendi göğünde kanat çırpmalar, maviler, siyahlar ve daha birçok başka şeyler büyüyor göğsünde.
anladım bu şehir başkadır
herkes beni aldattı gitti,
yine kamyonlar kavun taşır
fakat içimde şarkı bitti.
Farklı bir şehre ilk defa gitmiş gibi, öylece sevinçli ama fazlasıyla endişeli. Bilinmeyen caddeler, kahveler, arka planda sözlerden yorulmuş müzikler. Bir de içinde dinmeyen mırıldanmalar var. Bir çuval soru var sırtında, incir kadar tatlı değil hiçbiri. Meğer çağı yanlış tanıtmışlar. Hiçbir ağaç kendini kentlere ait hissetmiyor, hiçbir kentli de kendinde değil.
Çorak bir toprağa umutsuz bir fidan ekiyor anneler. Babalar suskun, kolları bağlı bir çiçek gibi uslu kayıplarda. Hayat aynalı bir çarşı, orada çok şeyin ederi var. Diğer yanda ölü bir kuş gibi havada salınıp duruyor ütopyalar, vicdanlar, değerlerve daha neler neler. Her şeye rağmen az acı iyi geliyor; acı kahveler, acı çaylar, acı ayrılıklar, acı şarkılar, acı mutluluklar.
Sonra gün geliyor bir mimoza düşüyor gönlüne, yeni bir koku siniyor üzerine. Korkularından sıyrılıyorsun. Köşe başında naftalin kokulu bir kahvecide, ruhunun tam ortasında yeni bir şarkı filizleniyor. Bir ses özenle büyüttüğün rüyalarını uyandırıyor. Bunca yıl yaşıyor muydun diyor, saçları kızıl bir akşam. Her tarafı yara bere içinde bir cümle gibi yerinden kalkıp güzel bir ihtimale sarılıyorsun. İhmal edilmiş günlerin acısını kafesinden salıyorsun. Bir özgürlük yeşeriyor kanatlarında her sabah. İyi ki varmışım, iyi ki kendime rastlamışım diyorsun.
Necati Sümer
YORUMLAR