Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
Sosyal Medya
Doç. Dr. Necati Sümer

Kutsal Acılar

Yaşamak mümkün mü gönlümüzce? Mümkün belki ama biraz da kişinin yaşamın hangi parçasından kopup geldiğine de bağlı. Hayatlar yaşıyoruz, kitaplar okuyoruz, filmler izliyoruz ve şehirler geziyoruz. Ya da hiçbirini yapmaya güç yetecek bir varlığımız yok. Her türlü yoksulluğun varsılıyızdır. Acıyarak ışıyoruzdur, acıtarak üşütüyoruzdur. Bilinenin aksine birbirine benzeyen çok acı var. Ama mutluluklar öyle mi? Hem çok azlar hem eşsizler. Başkasına benzer çok acılar çekiyoruz da başkasına benzer az mutluluklar yaşıyoruz.

Yaşamın içinde ayrıntılar çok, hepsi kendi renginde. Evet acılar çok benzeşiyor ama detaylara inince dallanan budaklanan ruhlar var. Örneğin her birimizin başında bir gölge duruyor, elinde kılıçla en masum ve kırılgan tarafımıza saplıyoruz onu. O gölge karanlığımız, üzerine gidemediğimiz için başkasına kendi elimizle teslim ettiğimiz açık yaramız oluyor. Açık yara ne demek? Ben buradayım, tuzla buz edeceğiniz cam parçalarım var, demek. Burası etrafını bir an önce tahkim etmemiz gereken kalemiz. Çünkü düşman önce gedik görür, sonra oradan girdik ve teslim aldık, der.

Sözü edilen yerin üstünü örterek değil, onunla yüzleşerek, o yarayı kapatarak iyileşebiliriz. Bu gölge taraf, herkesin kendince incindiği yer. Burası aşkın, hasretin, yalnızlığın, yoksulluğun, kırılmışlığın, terk edilmişliğin, tutunamamışlığın, kapana kısılmışlığın ve daha birçok eksikliğin karanlık gayya kuyusu. Detaylar yaşayanın sorun ettiği yarası kadar derin. Biz bilemeyiz ve hissedemeyiz belki şiddetini ama herkesin acısı kendisi için kutsal.

Bilinir, kutsal olanı abartmayı sever insan. Çünkü bütün varlığını ona bağlar. Ona zaman ayırır, onun için gözyaşı döker ve onun için yanıp tutuşur. Bu açıdan kişinin olağan acısı başkasına olağandışı görünebilir. Bu mümkün ve insanlar birbirinin kutsalına empati yaparsa bu mümkün daha da güzelleşir. Acılar tıpkı kutsallar gibi birbirine çok benzer ve her insan da kendince bağlı onlara. İş bağımlılığa varınca sarpa sarıyor.

Diğer taraftan yağmurlar kurumaya yüz tutmuş topraklar için gecikmiş gözyaşı gibi beklenen bir umuttur, iç rahatlamasıdır. Ama aynı yağmurlar suya doymuş topraklar için fazlasıyla tuzlu gözyaşlarıdır, bir an önce bitmesi beklenendir. Acıda detaylar var ama asıl acı verici detay, kimsenin çektiği acılarımızın farkında olmamasıdır, onları bilmemesidir. Öylece ruhumuzda sızlana sızlana akar onlar. Kimsenin o suya girmeye ne gücü ne tahammülü vardır.

Ayrıca bizim acımızın başkası için bir değeri yok. Dibine ışık vermeyen bir mum gibi öylece kendi içimizde eriyip duruyoruz. Kutsallar gibi acı da bu yüzden abartılı. Dilsiz bir haykırış. Onu dile getirenler belki biraz dingindir. Çünkü onlar sızıya hava aldırarak bir nefes almışlardır. Bunca yanık türkü, bunca adresine ulaşmamış mektup, bunca dile saldıran şiir ve bunca yorgun ayak acıyı dolaştırmaya, haykırmaya dair değil midir? O zaman acıları biriktirmeye değil, onları umuda dönüştürmeye hevesli olmalı. Onlardan silkinerek iç yangınımıza serin bir su serpmeli. “Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dediği acı çekmek özgürleştirmeli.”

acı çektim günlerce
acı çektim susarak
şu kısacık konuklukta
deprem kargaşasında
yaşadım birkaç bin yıl
acılara tutunarak
acı çekmek özgürlükse
özgürdük ikimiz de.

Necati Sümer

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER