Buz gibi bir sınıf. Ortasında içi mutsuz bir soba, kime yansa ısıtmayacak. Birkaç sıra var kırık dökük. Birkaç öğrenci üstü başı perişan. Duvarda donmuş dört mevsim. Pencerelerden yoksul bir hayat sızar. Dışarıda çiseleyen kar, içeride kendini aşamayan bir duvar. Sonra bir öğretmen girer kapıdan. Koltuğunun altında kitap, iç cebinde birkaç mutlu söz. Ayağa fırlar öğrenciler, sıcak bir günaydın, bir ateş yanmaya başlar usulca. Hayat bilgisi unutulur, bizzat hayatın kendisi başlar. Arka sıralarda bir el kalkar, içindeki karanlığa yenik düştüğünü söyler. Öğretmen soğuktan titreyen parmağa bakar, önce kalbinde sakladığı bir cümle kurar bakışlarıyla. Sonra, senin yorulduğun yerde çiçek açtım, der. O çiçeğin adı hayattır. İlkin bende açtı şimdi sende açacak, der. Öyle bir tohum ki, önce bana değdi düşü, şimdi düştüğün karanlıkta senin elini tutacak.
Öğretmen kim? Kendini bulmaya ve bulduğunu bildirmeye talip kimse olsa gerek. Başka türlü ne olabilir ki öğretmen? Bilgi çağındayız, ne ararsak var Google’da. Ama mutluluk öyle mi? Sevgi, şefkat, umut öyle mi? Sıradan bir cümlenin peşinden gidip olağanüstü güzelleşen insanlar yok mu? İşte o, öğretmenin yapıtı. Arka sıralarda coğrafya defterine aşk şiirleri yazdıran hayat kadar, ona yazmasını öğreten de öğretmendir. Dil olmasa insan sınırlıdır. Ruhunu akıtacağı bir araç olmaz. Dil ile yani kelimelerle kendini ifade eder insan. Ruhunu kelimelerle açar, ona bu kelimeleri veren öğretmen değil mi? Öğretmen ki insanın kabasını alır, ince darasını bırakır, o ki yarasını kapatır, kabuğunu kurutur.
Öğretmene öğret denmez. Onun işi sevmektir, kalbi yara bere içinde olanı iyileştirmektir. O iyi gelendir, iyiden gelendir. Öğretmen ağaçtaki kırgın dalı da, düşmeye yüz tutan solgun yaprağı da bilir. Kim meyveye durmuş, kimin gölgesi olmuş ve kim umudun atlarına binip uzak diyarları dolaşmış bilir. Korkutmak onun işi değil, korkulardan gelenin ruhunu yumuşatmaktır. Başkası yetiştiremez onu, ancak o kendini bir bahçenin harap dikeni görür ve sonra dermeye başlar kendini. Gülün kanayışını kendinden bilir, bülbülün hüznünü kendine bağlar. Kuralların, paraların, otoritelerin ve buyurganların ezeceği çiçek değildir. Onun aşkı çiçeğe durmaktan öte bir şey değildir. Hep diri hep taze bir gonca gibidir.
Kim bilir onun ruhunun dehlizlerindeki kırık merdivenlerini, kim bilir onun göğün maviliğinde umuda sarılmış hayallerini ve kim bilir onun yorgun ruhlara dokunmaktan başka bir emelinin olmadığını? O ayakta dikilmiş bütün yorgunluğuyla, kendine bakan gözlere size iyi gelmekten başka kaygım yok diyendir. Bütün maskelere, şemalara, kırık dökük kültüre, yoksulluklara, buyurganlıklara, acılara, çekilmez hayatlara rağmen kendini öğrencisiyle birlikte var edebilendir. O öğretmez, eğip bükmez, kırmaz, incitmez. Biçare kalmış, akmayı unutmuş kalplere atar damar olur. Yolundan etmez kimseyi, aksine yolunda aksın ister. Kim kendini nerede bulmak istiyorsa, ona yol açar.
Öğretmen herhangi biri değildir; sıcak bir gülüştür, saran bir candır ve dahası canın nerede attığını bilen kalbi heyecanlı bir şairdir. Gün gelir Cemal Süreya olur, aşkı sever gibi sever öğrencilerini, güzelliğini esirgemez onlardan.
öylesine sevdim ki seni, öylesine sensin ki
kuşlar gibi cıvıldar, tattırdığın acılar
baktım gülüşünden güzel şiir olur,
ben de sevdim gitti.
yüreğine giden bir bilet kes,
cam kenarı değil can kenarı olsun.
biz kırıldık daha da kırılırız
kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.
Necati Sümer
Cam kenarı değilsin kenarı olsun
Çok güzel ⚘️ Öğretmenler gününüz kutlu olsun sayın hocam
Teşekkür ederim.