Hayatımızın büyük bir kısmı çocukluğumuzda olmak üzere hemen her anında bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir dizi kabulleri içselleştiririz. Bu kabuller, bazen bizi biz yapan değerler olurken, bazen de toplumun veya ailemizin dayattığı normlardan ibarettir.
Kendimizi anlamak ve kim olduğumuzu keşfetmek, aslında bu kabulleri sorgulamaktan ve hangilerini gerçekten içselleştirdiğimizi, hangilerini reddettiğimizi belirlemekten geçer.
Kendilik bilinci de aslında bir bakıma kişinin içsel dünyasına yönelmesi ve gerçekten neyi kabul edip etmediğini anlamasıdır.
Peki, kabul etmek istemediğimiz ama farkında olmadan taşıdığımız bu yükleri nasıl fark ederiz?
Reddettiğimiz kabuller, kişisel özgürlüğümüz ve bağımsızlığımızla doğrudan ilişkilidir çünkü. İçimize sinmeyen fakat dış dünyanın beklentilerini karşılamak için sürdürdüğümüz bu kabuller bizi zihinsel olarak esir edip yorar hatta yıpratıcı bir süreçle hayatı cehenneme çevirebilir.
Ancak asıl engel içsel dirençlerimizdir. Kabul etmekte zorlandığımız ve reddettiğimiz öğrenilmiş bilgiler zaman zaman içimizde bir çatışmaya yol açar. Örneğin, toplum tarafından başarı statü ve maddi refahla ilişkilendirilmişse ama bizim için başarı daha manevi bir anlam taşıyorsa, bu çelişki bir içsel direnç oluşturur. Bu direncin arkasında, toplum tarafından kabul görmeme korkusu, yalnız kalma endişesi veya değer görmeme hissi gibi duygular yatabilir.
Kendimizi sorguladığımız her an, bu dirençlerle karşılaşırız çünkü insan zihni tanıdığı ve alıştığı kalıpların dışına çıkmaktan çekinir. Aslında kabullenmeye veya reddetmeye zorlandığımız şeylere karşı verdiğimiz bir tepkidir ve gayet normaldir. İşte burası pek çok şeyin değişeceği noktadır. Çünkü içsel direnci yüksek olan bireyler daha uzun süre dayanıklılık gösterebilir ya da zorlayıcı koşullarla daha iyi baş edebilmeyi öğrenebilir. Yine de duyusal anlamda kabulleri de gözden geçirmek şarttır.
İçsel dirençlerimiz, reddettiğimiz kabullerin bir göstergesidir.
Her direnç, aslında içimizdeki özgün benliğin bize mesaj verdiği bir andan ibaret. Bu duygunun ve dolayısıyla tepkinin kaynağını fark etmek hangi kabullerin aslında bize ait olmadığını keşfetmemize yardımcı olur.
Özgür bir birey olmak, bu dirençleri fark etmek ve kabullenmediklerimizi sorgulayıp onlardan kurtulmak anlamına gelir.
Yine bir örnekle devam edelim. Kendimiz için belirlediğimiz bir hedefin bizim değerlerimizle çeliştiğini fark ettiğimizde bir direnç hissederiz.
İçimizde bir meydan savaşı başlar. Zihin sesimiz hayır şeklinde naralar atar. Bir çoğumuz belki düşünmekten bile kaçarız. İçimizde bir boşluk duygusu oluşur. Stres seviyemiz artar. Kaslar gerilir, kalp normalin üstünde hızlı atmaya başlar. Belki uykusuzluğa kadar giden bir kaçış süreci başlar.
Bu durum bize aslında başka bir yol izlememiz gerektiğini, kendi özümüze sadık kalmamızın daha sağlıklı olacağını hatırlatmalı ki, bize kim olduğumuzu, neye inanmak istediğimizi hatırlatan içsel bir rehber olsun.
Bu rehberi dinlemek, bize ait olmayan kabullerden özgürleşmemizin kapısını aralar.
Özgür bir birey olabilmek, bazen her şeyin doğruluğunu sorgulamayı ve bize ait olmayan düşünce kalıplarını terk etmeyi gerektirir. Her algımızın doğru olmadığını görmeye başlarız. Bize dayatılan normlardan, beklentilerden ve kabullerden sıyrıldığımızda, kendi hayatımıza dair daha özgün kararlar alabiliriz.
Bu yolculuk elbette kolay değil. Kendini bulmak, sınırları çizmek ve dünyaya kendi gerçekliğimizi yansıtmak cesaret ister. Ancak, reddettiğimiz her kabul ve aştığımız her içsel direnç, özgürlüğümüze atılan bir adım, kendimize olan yolculuğumuzda bir kilometre taşıdır.
Hatice Fahrunnisa
YORUMLAR